Orman yangını, felaketin ta kendisi. Dumanın, alevin, can pazarının tam ortasında çalışan itfaiyeciler, arama-kurtarma ekipleri kadar birileri daha vardır ki, onların işi de hayli zordur: Kameramanlar.
Geçtiğimiz günlerde Bursa’daki yangın bölgesinden gelen bir görüntü sosyal medyada gündem oldu. Beyaz TV muhabiri Büşra Nur Danişment, canını dişine takmış, yoğun duman ve sıcak altında çalışan kendi kameramanına, hem de canlı yayın esnasında azarlıyor. Ne için? Kadraj kaymış, odak bozulmuş ya da ses geç gelmiş olabilir. Bahane bol, ama mesele teknik hata değil; mesele egoların kameranın önünü perdeliyor olması.
O an herkesin unuttuğu bir şey var: Bir haberin kahramanı, mikrofonu tutan kişi değildir. O görüntüyü var eden, objektifi sırtında taşıyan, tozun toprağın içinde çekim yapan kameramandır. O görüntü varsa, haber olur. Yoksa, kimse sizi dinlemez. Bu iş bir ekip işidir. Kameraman, muhabirin gölgesinde değil, yanında yürür.
Ne acıdır ki, medya sektöründe hâlâ "kameraman" sözcüğü, sadece 'çek tuşuna basan kişi' olarak görülüyor. Oysa gerçek sahada işler öyle değil. Muhabir, sadece görünen yüzdür. Fakat göremediğimiz yüz, o haberi bize taşıyan kameranın arkasındaki kişidir.
Kamera önünde “empati” dersi veren muhabirlerin, önce arkalarındaki emekçiye empati kurmayı öğrenmesi gerekiyor. O anda yayında öfke patlaması yaşamak, belki de yıllardır kameramanların sahada yaşadığı sessiz öfkenin bir dışavurumuydu.
Kimse kameramanına bağırarak iyi muhabir olmaz. Sahada bağıran değil, işini hakkıyla yapan kazanır. Orman yangınının ortasında kamerayı sabit tutmaya çalışan o isimsiz kahramanlar olmasa, kimse sizin ne dediğinizi duymaz, görmez.
Ekranda ışık sizin üzerinizde yanıyor olabilir. Ama o ışığı yakan da, gösteren de, taşıyan da o kameramanlardır.
Unutmayın: Kamera bir yere bakar ama izleyici her şeyi görür.